IQNA

Kurân

Tefsirlerin dünyası dünyaların tefsiri

13:19 - May 22, 2007
Haber kodu: 1547615
Kur'an'ın lafzı bir kez indi, manası kıyamete kadar inmeye devam edecek. Kur'an tefsirleri, inmeye devam eden o manaları tesbit edip kayda geçirme çabasının ürünüdürler.
Her müfessirin temel arzusu, vahiy ile çağdaş olma veya vahyi kendisine çağdaş kılmaktır. Bunun için tefsir ilmi, başı gökte ayakları yerde bir ilahi hitap olan vahyin yerdeki ayaklarının nerede durduğunu araştırır. Bunu tesbit için "Ne, niçin, nasıl, nerede, kim?" sorularının cevaplarını arar. Bulduğu bu cevaplardan yola çıkarak murad-ı ilahiyi anlama cehdine girer. Bu samimi cehdin sonuçlarını "tefsir" veya "tevil" adı altında kayda geçirir. Âkif'in ifadesiyle aslında her müfessirin çabası, "Kur'an'ı "asrın idrakine söyletmektir". Bu sayede, Kur'an'ın altın zincirine eklenmiş mütevazı bir halka olmaktır.
Kur'an'ı anlama işi tefsir ile, yorumlama işi ise te'vil ile ifade edilmiştir. Tefsir, "Kapalı bir şeyi açmak"; te'vil, "bir şeyi aslına döndürerek amacını ortaya koymak" anlamına gelir.

Kur'an'ın anlam ve yorumu iki boyutludur: 1) Kur'an tefsirin öznesidir (müfessir). 2) Kur'an tefsirin konusudur (müfesser).

1) Kur'an tefsirin öznesi, yani müfessirdir: Hayatı, varlığı, insanı, hakikati ve kainatı tefsir eder. Kur'an'ın hayatı, varlığı, insanı, hakikati ve kainatı tefsirinin değeri, vahyi gönderen kaynakla bütün bunları var eden kaynağın aynı olmasıdır. Onun için Kur'an şöyle sorar: "Yaratan hiç bilmez mi?" Bu yüzden Kur'an okumak bir bakıma Yaratıcısının kelamından yaratılanı öğrenmektir. Tabi ki Kur'an sadece yaratılandan söz etmez, Yaratan'ın bizzat kendisinden de söz eder. Vahyin zirveleri, Allah'ın Allah hakkında konuştuğu sure ve ayetlerdir.

2) Kur'an tefsirin konusu, yani müfesserdir: Ağzını açan anlaşılmayı ister. Kur'an insanlığa indirilmiş bir yol haritasıdır. Bu harita doğru okunduğunda amacını gerçekleştirir. Zaten Kur'an'ı tefsir etme de, doğru okuma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Kur'an'ın ilk ve en büyük müfessiri, İlahi kelamı insanlığın idrak alanına indiren Allah'tır. Bu yüzdendir ki, Kur'an'ın ilk ve en büyük müfessiri yine Kur'an'dır. Örnek verecek olursak: Medine'de indirilen ayetler, bir bakıma Mekke'de indirilen ayetlerin tefsiridir. Dini hükümlerle ilgili ayetler, peygamberliğin erken döneminde indirilen akide ayetlerinin tefsiridir. Bir tefsirin kalitesi, Kur'an'ın müfesser ve müfessir niteliğini birlikte ele alma başarısına bağlıdır.

İnsan bilincine indikten sonra ilahi kelamı ilk tefsir eden "beşer", kalbi vahyin iniş üssü olan Hz. Peygamber'dir. Vahyin iniş amacı, hayatın inşasıdır. Her vahyin ilk inşa ettiği hayat, ilk muhatabı olan peygamberin hayatıdır. Kur'an vahyinin inşa ettiği ilk hayat da Hz. Peygamber'in hayatıdır. O Kur'an'la inşa olmak için Kur'an'ı anlamak zorundaydı. Ona indirilen vahiy ilk emir olarak "oku" demişti. Bu emir "anla" vurgusu taşıyan bir emirdi. İkra' emrinin etimolojik anlamı; "birleştirmek, şeyleri yan yana getirerek aralarındaki bağı keşfetmek"tir. Şu halde; "oku emri, kainat, insan ve hadisat ayetlerini, Kur'an ayetleri ışığında bir araya getirerek oku ve aralarındaki bağı keşfet" anlamını taşır.

Allah Rasulü'nün tefsiri ilk beşeri tefsirdi, dedik. Her ne kadar İbn Abbas'tan nakil yoluyla gelen bu tefsir rivayetlerinin adedi 400'ü bulsa da, Rasulullah'tan tefsir olarak nakledilen sahih rivayet sayısı bunun çok daha azıdır. Onlar Arap'tı ve Kur'an da açık seçik bir Arapçayla indirilmişti. Kur'an'ın ilk muhatapları Kur'an'ın indiği ortamda yaşıyorlardı. Onların tefsiri, yaşadıkları hayatın ta kendisiydi. Onlar Kur'an'ın nüzulünün bir parçasıydılar, nüzul sebebinin ta kendisiydiler. 23 Yıllık iniş sürecinin bütününe ya da bir kısmına tanık olmuşlar, bu tanıklık onları kelam-ı ilahinin meramını anlamada ayrıcalıklı bir yere oturtmuştu.

Sahabe'den sonra Tefsir ilmi tüm ilimlerin anası olarak kar topu gibi büyüyerek gelişti. Kur'an Müslüman hayatının tam merkezindeydi. Onu anlama, yorumlama, yaşama ve yaşatma çabası, bu ilmin erken dönemde gelişmesine neden oldu. Abdullah ibn Mes'ud, Übey b. Ka'b, Abdullah b. Abbas gibi kurra ve müfessir sahabiler seçkin öğrenciler yetiştirdiler. Mekke'de Mücahid, Kufe'de Alkame bunlardandı. Sonra bu gelenek nesilden nesile sürdürüldü.


İLK TAM TEFSİR

Bize kadar intikal eden ilk tam tefsir Mukatil b. Süleyman'ın (ö. 150 h.) tefsiridir. Tefsirde ekolleşme erken dönemde başlamıştır. Mekke, Kufe, Basra ve Şam ekolleri oluşmuştur. Bu ekoller içinde yazılı eser açısından en verimlisi, dil ekollerine paralel olarak çıkan Kufe ve Basra ekolleri olmuştur. Ferra (ö. 207 h.), Kufe dil ekolünün bir uzantısı olarak Meani'l-Kur'an'ı yazarken, Ebu Ubeyde Ma'mer b. El-Müsenna (ö. 210 h.) da Basra okulunu temsilen Mecazu'l-Kur'an adlı o muhalled eserini kaleme almıştır.

Ancak tefsirde çığır açan çalışma için yaklaşık bir asır daha beklemek gerekecektir. Bu çalışma, geçtiğimiz yüzyılın başına kadar kayıp olan ve yüzlerce yıllık bir gaybubetin ardından bulunun ünlü Taberi Tefsiri'dir (Camiu'l-Beyan fi Te'vili'l-Kur'an). Taberi Tefsiri, kendisinden sonrasını belirleyecek ve "Tefsirlerin Babası" unvanını alnının akıyla hak edecektir. Bu tefsir hem rivayet hem de dirayeti birleştirir. Rivayet metodu tefsirin "hafızasını", dirayet metodu ise tefsirin "aklını" temsil eder. İbn Cerir et-Taberi (ö. 310 h.), hem kendinden önceki müktesebatı en uç yorumlara kadar aktarmış, hem de kendi görüşünü bazen rivayete ters düşme pahasına derc etmiştir.

Taberi'nin "çift kanatlı" tefsirinden sonra, onun rivayet yanını yüzyıllar sonra İbn Kesir (ö. 774 h.) zirveye ulaştırmıştır. Onun Tefsiru'l-Kur'ani'l-'Azim'i, bu yüzden, rivayet tefsirlerinin zirvesi olarak nitelenebilir. Taberi Tefsiri'nin dirayet yanını ise, Razi, et-Tefsiru'l-Kebir ile zirvesine taşımıştır.

Rivayet ve dirayet damarları kendi çığırında yol alırken, bunlara eklenen bir üçüncü damar luğavi tefsir damarı olmuştur. Zeccac'ın (ö. 311 h.) tefsir metodundan istifadeyle bu alanın tartışmasız en parlak ismi Zemahşeri (ö. 538 h.) ve onun muhalled eseri el-Keşşaf'tır. Bu üç damar kendilerinden sonraki tüm tefsirleri az veya çok etkilemiştir.


OSMANLI'DA TEFSİRİN ZİRVESİ

Osmanlı ilim geleneğinde tefsirin zirvesini Ebussuud Efendi (ö. 982/1574) temsil eder. Onun Keşşaf'ı hatırlatan tefsiri, kendinden sonrakileri de etkilemiştir. Bir Osmanlı müfessiri sayılması gereken Âlûsî (ö. 1280/1854) bunlardan biridir. Ruhu'l-Meâni'sinde Âlusi, kaynak göstermeksiniz, bazen satır satır Ebussuud Efendi'den alıntı yapar. Ama bu, Âlûsî Tefsiri'nin değerini azaltmaz. Esasen işin tabiatı gereği, bir tefsirin içeriğinin en az yarısı tüm tefsirlerle ortak olmak durumundadır. Bu açıdan her tefsirin etkilendiği bir "kaynak" tefsir vardır. Bu açıdan Ebussuud'un kaynağı Zemahşeri ve Beyzavi'dir. Zemahşeri'nin kaynağı Zeccac'dır. Zeccac'ın kaynağı Ebu Ubeyde'dir. Bu her damar için geçerlidir.

Bu üç damara bir dördüncü damarı eklemek gerekirse, o da bazılarının "İşârî Tefsir" diye adlandırdığı İrfânî Tefsir damarıdır. Diğer üç damar gibi bu damarın da ucu Hz. Peygamber'e dayanır. Ama bu damarı bir ekole dönüştüren ilk kişi Haris b. Esed el-Muhasibi'dir (ö. 243 h.). Fakat bu damar zirve ürününü yüzyıllar sonra verecektir. Bu ürün bizce, Tasavvuf imamı Kuşeyri'nin (ö. 465 h.) Letaifu'l-İşarat'ıdır. Bu damarın bizdeki mümessili 18. yüzyıl alim-sufilerinden İsmail Hakkı Bursevi'dir (ö. 1137/1725). Onun tefsiri olan Ruhu'l-Beyan, günümüz Türkçesine kazandırılmaktadır.


ELMALILI'NIN FARKI

Bu dört damarı da bünyesinde barındıran zirve tefsirlerden biri bu topraklarda kaleme alınmıştır: Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın (ö. 1942) Hak Dini Kur'an Dili. Tefsirin en büyük kusuru, bazı surelerin hemen hiç tefsir edilmeden geçiştirilmiş olmasıdır. Mesela İbrahim, Yunus, Meryem, Taha vb. gibi bir çok surenin tefsiri ya hiç yok, ya yok denecek kadar azdır. Bir Fatiha tefsirini, bir Kalem, Mülk, Hadid, Rahman, Haşr vb. gibi surelerin tefsirini kıyaslamalı okuyanlar, Elmalılı farkını anlamakta zorlanmazlar.

Çağımızda yazılmış yüzlerce tefsir içinde Elmalılı tefsiriyle kıyaslanabilecek bir başka tefsir de Muhammed Tahir b. Aşur'un (ö. 1973) et-Tahrir ve't-Tenvir'idir. Dil ağırlıklı bu tefsire karşı, tefsirle derinden ilgilenen hiçbir ilim adamı bigane kalamaz. Müfessirin verdiği emeğin büyüklüğü, okuyanı büyülemektedir.

Müfessirler tefsirlerini mürekkepleriyle yazarlar. Tarihte tefsiri kanıyla yazan müfessirler de vardır. Onların başında Seyyid Kutup (ş. 1966) gelir. Akademik camianın bir kısmı Fi-Zılâli'l-Kur'an'ı görmezden gelse de, Fi-Zılal kendi kulvarında müstesna bir yere sahiptir. Mesela bir Enfal suresi tefsiri Seyyid Kutub'tan okunmamışsa, o konuda Kur'an, Asrın İdrakine söyletilmemiş sayılır. Kur'an'ın sosyal adalet mesajı, ancak Kutub gibi bir sosyal bilimcinin diliyle aktarılabilirdi.


İHLAS'I MEVDUDİ'DEN OKUYUN

Aynı şey Ebu'l-'Alâ el-Mevdudi'nin (ö. 1979)emek mahsulü tefsiri Tefhimu-l-Kur'an için de geçerlidir. Mesela bir Ahzab suresi tefsiri, bir İhlas suresi tefsiri Mevdudi'den kaleminden okunmalıdır. Muhammed Esed'in (ö. 1992) Kur'an Mesajı adlı çalışması tefsirden çok bir "meal" sayılmalıdır. Notlu olması onu tefsir yapmaz. Zira kanaatimce, notsuz bir meal imkansızdır ve meal sayılmamalıdır. Kur'an Mesajı meal alanında açtığı çığır kadar olmasa da, tefsirde de yeni açılımlar ve farklı bakış açıları kazandırmıştır. Bu çalışmalara İzzet Derveze'nin dilimize de kazandırılan et-Tefsiru'l-Hadis'ini ve Süleyman Ateş'in Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri'ni ekleyebiliriz.

Daha burada değerlendiremediğimiz bir çok tefsir mevcuttur. Fakat bu yazının iddiası tüm tefsirleri değerlendirmek değil, tefsir okurunun işini kolaylaştırmak için, kaba hatlarıyla bir yol haritası çizmektir.


TEFSİR: KUR'AN'A TUTULMUŞ AYNA

Kur'an söz konusu olduğunda, Hiçbir müfessir, son noktayı koyduğu iddiasında bulunamaz. Zira bu, Kur'an'ın anlamının tükendiği manasına gelir. Anlamı tükenen her metin ölü metindir. Kur'an ise ölümsüz bir hitaptır. Onun anlamı tüketilemez. Her tefsir yorumdur. Hiçbir yorum mutlaklaştırılamaz. Yorum mutlaklaşırsa, nassın yerine geçer. Yorum naslaşırsa, nas yorumlaşır. Bunu bir müminin kabul etmesi düşünülemez. Bu nedenledir ki, tefsirler yazılmaya devam edecektir.

Her tefsir, Kur'an'a tutulmuş bir aynadır. Bu aynada gördüklerimiz Kur'an'ın kendisi değil, suretidir. Bu suretin netliği, aynayı tutanın ehliyet ve liyakatine bağlıdır.

Kur'an'ın manası inmeye, tefsirler de yazılmaya devam edecek.
Mustafa İslamoğlu / Yeni Şafak
captcha