Allah A'râf suresi 94. ayetinde şöyle buyuruyor: "Biz hangi beldeye bir nebi yollamışsak, (Allah’a) boyun eğip gönülden yakarsınlar diye o belde halkını fakirlik ve sıkıntı ile imtihan etmişizdir."
Bu ayet ilahi bir sünnete değinmektedir. Buna dayanarak, Allah bir kabileye peygamber gönderdiğinde, insanların peygambere olumlu yanıt vermesi ve inanması için bir platform sağlıyor.
Belâlar ve sıkıntılar peygamberlerin çağrılarına güzel bir destek sağlar. Çünkü insanoğlu nimet içinde olduğu sürece o nimeti kendisine veren Allah'a yönelmeyi ihmal eder, şımarıklığa kapılır. Fakat nimet elinden alınınca yokluğunu hisseder, üzerine ezilmişlik ve zavallılık duygusu çöker, endişeye kapılır ve yok olma tehdidi ile karşılaşır. Bu durum, fıtratının gereği olarak onu ihtiyacını giderip perişanlığını ortadan kaldırmayı elinde bulunduran makama sığınmaya, ona yalvarmaya sevk eder. Bu makam, yüce Allah'tır.
Allah tarafından peygamber gönderildikten sonra, insanlar Allah'ın peygamberinin davetini kabul ederler veya reddederler. Daha sonra istidrâc denilen başka bir sünnet ortaya çıkıyor. Araf Suresi 182. ayette bu ilahi sünnetin anlamından bahsedilmektedir: "Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları hiç farkına varmayacakları şekilde ve hiç bilmeyecekleri bir yerden adım adım helâke yuvarlayacağız."
İstidrâc burada "Allah Teâlâ'nın bazı insanlara, bir kısım günah ve azgınlıklarına rağmen mühlet tanıması, hatta iyice şımarmaları için bol nimetler vermesi, helak olma derecesinin en üst noktasına çıktıklarında ise, onları oradan helak uçurumuna yuvarlaması" mânasında kullanılmıştır. O halde Allah'ın sözlü ve fiilî âyetlerini yalanlayarak, yok sayarak yaşayanlar, dünyevi açıdan bazı işlerinin yolunda gitmesine aldanmasınlar. Buna rağmen kendilerine ikram edilen nimetlerin, ciddi bir imtihan mânası taşıdığını; hiç bilmedikleri, beklemedikleri bir yerden azabın gelme ihtimalinin her an mevcut olduğunu unutmasınlar. Zira Allah mühlet verebilir, azabı erteleyebilir; fakat yakaladığı zaman pek çetin ve şiddetli bir şekilde yakalar.
Bu nedenle, her nimetin Allah'ın bizden hoşnutluğunun bir işareti olmadığını bilmeliyiz. Her rahatlık Allah'ın üzerimizdeki nimetinin bir işareti değildir ve bazen zorluklar ve nimetin azlığı Allah'ın bir lütfudur. Bu haller ilahi imtihanın özellikleridir.
Allah'a ve O'nun ayetlerine inanmayanlar için nimetler artar ve bu, sonu yıkım ve sefalet olan bir yola girmenin başlangıcıdır. Sonuç olarak Allah A'râf suresi 95. ayetinde şöyle buyuruyor: "Biz de, farkında değillerken onları ansızın yakaladık."
Bir mü'min refah ve rahatlık içindeyse, içi tam olarak rahat değildir, duada elini kaldırır ve "Rabbim, bu nimetler bana bir azap ve eziyet kaynağı değil, bir lütuf kaynağı olsun" der. Tam tersine, eğer bir sıkıntıya düşerse, ümitsizliğe kapılmaz, Allah'ın kendisini ihmal ettiğini söylemez, bilakis Allah'ın kendisini imtihan etmek ve makamını yükseltmek istediğini söyler.