Bela felsefesinin çeşitli yönleri vardır ama tüm bu zorluk ve musibetlerin nedeni ve kökeni aynı değildir.
Bazı musibetler vardır ki zahir ve bâtını beladır. Bazıları görünüşte bela olup gerçekte nimettir. Öte yandan, bazı nimetler sadece görünüşte bir rahmet kaynağıdır ve aslında birer musibettir, bu en tehlikeli türdür. Yaşadığımız musibetlerin kategorisini tanımak kolay değildir.
Bazı musibetler bizim amellerimizin neticesidir. Örneğin, insanların sosyal ve ekonomik sorunlarının birçoğu toplumdaki günahlarla doğrudan ilişkilidir. Günahkarların genellikle rahatsız bir yaşamları vardır ve bu onların kendi yarattıkları felakettir.
Bir kimse sürekli günah işlediğinde, akıbetini beklemelidir. Bu sonuç veya musibetin farklı biçimleri olabilir; bazen gerçek bir musibet şeklindedir, bazen de Allah günahkarlara karşı o kadar rahatsızdır ki ona bir nimet şeklinde indirir Allah’ın kendisini sevdiğini zanneder ve asla gerçeği öğrenemeyebilir.
İçte musibet dışta ise nimet olan bu bela Kur’an’da “istidrac” olarak adlandırılır. Yavaş yavaş ilâhi cezaya yaklaşmak anlamına gelir ve Allah’ın çağrısına asla cevap vermeyen veya günahları terk emeyen günahkarlara özgüdür. Bu kişiler bir tür kibire sahiptirler ve hatta Allah’ın bu nimetleri onları sevdiği için verdiğini düşünürler.
Allah bu insanları yavaş yavaş daha yüksek yerlere taşır ve onlara nimet gibi görünen şeyleri verir, ancak başka bir amaç söz konusudur. Kur’an-ı Kerim’in Araf suresi 182. ayetinde şöyle buyruluyor: “Ayetlerimizi yalanlayanları hiç bilmedikleri yerden adım adım yıkıma götürürüz.”
Bu nedenle, her nimet gerçekten bir nimet değil ve her musibet gerçekten bir musibet değildir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir keresinde musibetlerin arkasında insanları imtihan etmek, sabrını ölçmek, günahlarından arınmak veya daha yüksek bir makam bulmak gibi sayısız sebepler olduğunu söylemiştir. Bu nedenle, sıkıntı ve bela karşısında yapılacak en iyi şey sabretmek Allah’a hamd etmektir.