Çevremizdeki her şey cahil oluvermiş durumdadır: Halkın inanç ve tasavvurları, adetleri, taklitleri, kültür kaynakları, sanat ve edebiyatı, kanun ve kuralları... Hatta İslam kültürü, İslam kaynağı, İslam felsefesi ve İslam düşüncesi olarak tanımladığımız şeylerin çoğu cahili durumdadır... Bunların tamamı, mevcut cahiliyetin ürünleridir! O halde bu cahiliyet toplumunun baskısından ve cahiliyet tasavvurları, taklitleri ve liderliğinden kurtulmaktan başka yol yok... Bilhassa kendi iç dünyamızda yapmalıyız bunu. Bu cahiliyet dönemi toplumunun gerçekleriyle diyalog kurmak ve dostluğunu kabullenmekle vazifeli değiliz biz... Zira (bu cahili sıfatı nedeniyle) onu muhatap kabul etmek mümkün değildir. Bizim üzerimize düşen vazife, öncelikle kendi iç dünyamızda gerekli değişim ve değişimi yaratmak, sonra da onun ışığında toplumu değişime uğratmaktır. İlk görev, bu toplumun gerçeğini değiştirmektir. Bize düşen vazife bu cahiliyet gerçeğinin temelini değiştirmektir. Zira temelinden, İslami metodun karşısında yer alan ve Yüce Rabbimizin istediği ölçülerle yaşamamızı baskı ve zorla engelleyen gerçektir bul."
"İslam sadece iki tür toplumdan söz eder: İslami toplum ve cahili toplum! İslami toplum ibadet, inanç şeriat, düzen, yöntem ve ahlak gibi bütün boyutlarda İslam'ı uygulayıp yaşayan toplumdur. Cahiliye toplumuysa İslam'a göre yaşamayan toplumdur; ne inanç ve tasavvurları İslami'dir ne değer ve kuralları, ne sistem ve kanunları, ne de yöntem ve ahlakı... İslami toplum sırf bütün bireylerinin kendisini "Müslüman" olarak tanımladığı bir toplum değildir ki... Namaz kılıp hacca gitse ve oruç tutup ibadet etseler bile, kanunları bizzat şeriat olmadığı sürece İslami bir toplumdan söz edilemez. İslami toplum, Allah'ın belirleyip Peygamber'in beyan ve tefsir ettiği İslam dışında kendiliğinden başka bir İslam çıkarıp adına da "değişken İslam" dediği toplum değildir. Cahiliye toplumu çeşitli tür ve şekiller taşıyabilir. Allah'ı inkâr edip tarihi maddeci ve diyalektik bir yorumla yorumlayabilir, "bilimsel sosyalizm" adını verdiği şeyi sosyal bir düzen olarak yaşama geçirebilir. Aynı şekilde, Allah'ı inkâr etmeyen ama sadece göklerin egemenliğini O'na veren ve O'nu yeryüzünün egemeni olarak tanımayan bir toplum da olabilir. Ne O'nun kanunlarına, ne de değişmez değer ve prensiplerine boyun eğer... Halkın kilise, havra ve camilerde Allah'a ibadet etmesine izin verir ama yaşamının bu manevi boyutuna ilaveten maddi boyutunda da dini kural ve prensipleri egemen kılmak istemesine izin vermez ve böylece Yüce Allah'ın ilahlığını inkâr eder veya askıya alır. Oysa Kuran, "Göklerde ve yeryüzünde egemen olan O'dur, yerin ve göğün ilahı O'dur" buyurmaktadır." Buna göre bu buyruğu hiçe sayan söz konusu toplum, Allah'ın dinine iman etmiş değildir. Zira Yüce Allah "O'ndan başkasına tapmamanızı emretmiştir, kalıcı ve sağlam din budur" buyu- ruyor. Bu buyruğa itaat etmeyen bir toplum Allah'a inandığını söylese de bir cahiliye toplumudur aslında. İslami toplum sadece ilerleyen ve ileri bir toplumdur; cahiliye toplumu ise cahiliyetin türlü şekillerinin egemen olduğu gerici ve geri kalmış bir toplumdur. Bu büyük gerçeğin anlaşılması ve böylece bilinmesi gerekir...
İslam, cahiliyetle sentezi kabul etmez ortası yoktur, yarısının İslam, diğer yarısının cahiliyet olacağı bir sentezi Islam kabul etmemektedir. İslam'ın görüşü nettir: Hak bir ve tektir, çok olamaz, onun dışındaki her şey batıldır, dalalettir ve sapmadır. Hakla batılın birbirinin kalıbına sığabilmesi ve ikisinin bir araya gelebilmesi imkânsızdır. Hüküm, ya Allah'ın hükmüdür ya cahiliyetin... Kanun, ya Allah'ın kanunudur ya nefsanî arzuların... Kuran ayetleri bu konuda mütevatirdir: "Onlar arasında, Allah'ın indirdiği hüküm esasınca hükmet ve onların istek ve arzularına uyma. Rabbinin sana indirdiklerinden bazısı hakkında onların seni fitneye düşürmesinden sakın..."
Görüldüğü gibi ayette iki yoldan bahsedilmektedir, üçüncü bir yol yoktur: Ya Yüce Allah'la Resulü'ne "Lebbeyk" diyeceksiniz, ya nefsinizin arzularına...
Yeryüzünde insan ve insanın kanunlarının egemenliğine son verip Allah ve O'nun kanunlarının egemenliğinin sağlanması ve egemenliğin gasıpların elinden koparılıp alınarak münezzeh olan yüce Allah'a geri dönmesinin sağlanması sırf tebliğ ve nasihatlerle gerçekleştirilebilecek bir şey değildir. Zira sultacı zorbalar ve Allah'ın egemenliğini gasp edenler, bu güç ve iktidarı tebliğ ve irşatla geri verecek değildir. Eğer böyle olsaydı, peygamberler kolaylıkla Yüce Allah'ın dinini yeryüzünde egemen kılabilirlerdi. Oysa tarih bunun tam tersini göstermektedir. Bu dinin tarihi de, tıpkı geçmişteki diğer dinlerin tarihi gibidir. İnsanoğlunu yeryüzünde Allah'tan gayrisinin güç ve egemenliğinden kurtarıp hür kılmayı amaçlayan ve yegâne ilah ve yegâne egemenin Yüce Allah olduğunu vurgulayan bu ilan ve duyuru salt teorik, felsefi ve infiali bir duyuru değildir; bilakis aktif, harekete geçirici ve faal bir ilandır. Yüce Allah'ın kanunlarını yeryüzünde egemen kılmak ve insanları insanlara kulluktan kurtarıp, bilfiil Allah'a kulluğa yöneltmek isteyen bir ilandır... O halde "beyan"la birlikte mutlaka "hareket ve aksiyon" da olmalıdır. Ancak bu durumda bütün boyutlarda "gerçekçi" davranabilmek mümkün olacaktır.