IQNA

Kur’an ve ahlak: temellendirme ve kapsam bağlamında

19:46 - June 20, 2023
Haber kodu: 3480717
ANKARA (IQNA) - Bir dinin mensubu olmak, sadece belli kutsal varlıklara inanmak değil, o kutsal varlıklar tarafından yapılmaları istenilen belli görevleri yerine getirmeyi de kabul etmek demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Ahlakî Temellendirme Kur’an, diğer birçok konuda olduğu gibi, ahlâk konularını da herhangi bir ahlâk kitabı gibi sistematik olarak ele almamakla birlikte, eksiksiz bir ahlâk sistemi oluşturacak zenginlikte nazari prensipler ve amelî kurallar getirmiştir.

 Arapça bir kelime olan ahlâkın konusunu insanın karakteri, iyi ve kötünün tespiti, iyiyi alıp kötüden kaçınma yolları, insanın yapması gereken vazifeler oluşturur. Ahlâk sayesinde insan, davranışlarındaki güzel ve çirkin olanı anlarken fazilet ve reziletleri de kavrar, ahlâkî faziletlerle süslenme ve kötülüklerden yahut manevi hastalıklardan (emradu’lkalb) kurtulma yollarını öğrenir. Zaten ahlâkın gayesi de budur.

Kur’ân-ı Kerîm’de çoğul biçiminde ahlâk geçmemekle birlikte bunun tekili olan “huluk” ve “halk” kelimeleri geçer. “Huluk ve hulk”, ruhsal bir yetenektir ki onunla nitelenen kimse, kolaylıkla güzel işleri yapar. Güzel işleri kolaylıkla yapma durumuna huluk denir. Hulukun çoğulu ahlâktır. Güzel huluk, cimrilikten, kızmaktan, katılıktan uzaklaşmak, sözü ve işi ile kendini insanlara sevdirmek, başkalarıyla ilişkiyi kesmemek; alışverişte ve diğer işlemlerde hoşgörü sahibi olmakla olur.

Bütün ilâhî kitaplar ve bunların özü olan Kur’ân-ı Kerîm, insanların kaçınması gereken eylemleri belirtmiş, bunların dışında kalan şeyler, mubah ve helâl sayılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm, güzel ahlâk davranışlarına a’mâl-i sâliha (yararlı işler) demektedir. Kur’an’da imân, hep salih amel ile birlikte anılmıştır.

Sevap ve sonucu daha iyi olan kalıcı işler, İslâm’ın yapılmasını emrettiği veya öğütlediği, öngördüğü bütün güzel işlerdir. Bu güzel işlerin izleri insan ruhunda kalır, insana nûr ve arkadaş olur. Güzel ahlâk kurallarını çiğnemeye fısk (yoldan çıkma, güzel ahlâktan ayrılma) denilir.

Temel Ahlakî İlkeler

 Kur’an’da nazarî ve amelî ahlâkla ilgili çok önemli kurallar ve ilkeler bulunmaktadır. Bunları şöyle maddeleştirmek mümkündür:

1. Kur’an’da ahlâk, iman ve ibadetle iç içedir. Kur’an imanın yanı sıra ibadet etme ve güzel ahlâka sahip olma gereğine pek çok ayette işaret eder. Bu ayetlerden birisi şöyledir:

“Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da onlar, affederler. Rablerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar. Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu o, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar. Kınanan ve cezalandırılacak olanlar, insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldıranlardır. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Fakat kim sabreder, affederse, şüphesiz bu çok önemli işlerdendir.” (Şura, 42/37-43; ayrıca bkz. Mü’minun, 23/2-8)

2. Kur’ân-ı Kerîm, insanın sorumluluğuna geniş yer vermiştir. Sorumluluk (mes’uliyet) insanın değerini ortaya koyan bir kavramdır. Sorumluluk ve sorumsuzluk, akıllı varlık olan insanla, akılsız varlıklar arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Kur’an’ın emir ve nehiylerinin insanı merkeze aldığı görülmektedir.

3. Kur’an, ahlâkta mecburîlik ve mutlaklığı birleştiren bir vazife ahlâkı sunar. Vazife gerekli ve zorunludur. (Hicr, 15/99) Yine vazife, genel, evrensel ve değişmez bir kaidedir. Bu umumîliği, Kur’an’ın “Ey insanlar!” şeklindeki hitabından anlıyoruz. Onun emir ve nehiyleri her yerde bütün insanlar için aynıdır. Vazife, yapılabilir türdendir. Zira Allah, kimseye gücünün üstünde bir şeyi yüklememiştir. Vazife mutlaktır, li-zatihîdir. Yani vazife, vazife olduğu için yapılır, menfaati veya hazları sağladığı için yapılmaz. Kur’an, vazifeye bu açıdan bakarak, görevlerini yapan insanların anlayışlarını kendi dillerinden şöyle nakleder:

“Biz size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür istemeyiz.” (Dehr, 76/9)

4. Kur’an ahlâkında yükümlülüğün (mükellefiyet) zarurîliği işlenir. Kur’an’da bu durum, emir, kitabe ve fariza terimleriyle işlenir. Amelî ahlâkta yükümlülük olmazsa, sorumluluk olmaz, sorumluluk ortadan kalkınca adaletin gerçekleşmesi mümkün olmaz. O zaman anarşi yaygınlaşır, düzen bozulur. Kur’an, ahlâkî yükümlülükleri koyarken işin yapılabilirliğine önem vermiş (Talak, 65/7; En’am, 6/52; Mü’minun, 23/62; Bakara, 2/286), kolaylık prensibi getirmiş (Bakara, 2/185; Hacc, 22/78; Nisa, 4/28), hayatın gerçeklerini gözetmiş (Müzzemmil, 73/2-4, 20; Enfal, 8/65-66; Fetih, 48/17; Nisa, 4/98, 101; Bakara, 2/185, 215, 235) ve tedrici olarak hayır yarışına zemin hazırlamıştır. (Bakara, 2/158, 184, 219, 237, 280; Furkan, 25/7, 67; Şura, 42/7, 43)

5. Kur’an’da ahlâkî yükümlülükler bazı yaptırımlar (müeyyide) ile takviye edilmiştir. Bunlar ahlâkî, kanunî ve ilahî yaptırımlardır. Kişinin kendi nefsine uyguladığı ahlâkî yaptırımları tevbe, hatayı düzeltme ve kaza etme, günah ihtimali olan yollardan uzaklaşma şeklinde sayabiliriz. Kur’an, insanların can, mal ve namuslarının korunmasını, insanın şeref ve haysiyetine uygun bir sosyal düzenin kurulmasını ahlâkî bir zaruret saymıştır. Uyulmasını istediği kaideler yerine getirilmediği zamanlarda had, tazir gibi kanuni yaptırımları uygulama yoluna gitmiştir. Kur’an, bu ceza uygulamalarıyla ahlâkî hayat için en etkili yaptırımları getirerek, ahlâkla hukuku birleştirmiştir. İlahî yaptırımlar ise, ahlâkî ölçülere uyan yahut onları ihlal edenlerin dünyada ve öte dünyada (uhrevî) karşılaşacakları mükâfat yahut cezayı içermektedir. Bu ilâhî yaptırım ahlâka, laik ahlâkta bulunmayan bir kutsiyet ve derinlik kazandırır.

6. Kur’an’da, ahlakî temellendirme söz konusu olduğunda sürekli insanın hürriyetine vurgu yapılır.

7. Kur’an’da, “hayır” ahlâkı işlenir. O, bütünüyle hikmeti, rahmeti ve genel faydayı gözetmiştir. Böylece kötülük, fesat, bozulma ve nefsin hevasına uyma önlenebilecektir. Gözetilen ilkeler yerine nefsin heva ve hevesleri seçilirse, yeryüzünün mutlaka bozulacağı belirtilmiştir. (Mü’minun, 23/71; A’raf, 7/33, 157; Kasas, 28/47)

Yazar: Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Ocak

 

 

 

captcha