IQNA

Endonezyalı akademisyen İran’a dayatılan 12 günlük savaşı analiz etti

21:59 - July 21, 2025
Haber kodu: 3488340
IQNA – Dina Süleyman ABD ve İsrail’in İran’a dayattığı savaşın uluslararası toplum için bir uyarı niteliğinde olduğunu söyledi.

IQNA tarafından düznelenen “İran’nın onuru ve gücü:Füzelerin ötesinde mesaj” başlığı altındaki çevirimiçi etkinlikte Endonezya Padjadjaran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yardımcı Doçenti Dina Süleyman video konferansta “Birleşmiş Milletler’in yapısı, özellikle veto sistemi yeniden düzenlenmezse, kurumun düzenlemelerini tarafsız bir şekilde uygulaması zorunlu kılınmazsa, uluslararası hukuku ihlal edenlere karşı hesap verebilirlik mekanizması oluşturulmazsa, adaletin, barışın ve güvenin olmadığı bir geleceğe doğru yol alıyoruz demektir.” diye konuştu.

Konuşmanın özet metni şöyle:

Sizinle sözde uluslararası sistemimizin ahlaki çöküşüyle ilgilenen bir insan olarak konuşuyorum. 2025’e baktığımızda dünya, İran ve ABD arasındaki nükleer müzakerelerin ilerlemesini umutla izliyordu. Yıllar süren gerginlik ve güvensizliğin ardından, her iki taraf da memnuniyetlerini dile getirmişti. Barışçıl bir anlaşmaya varma olasılığı yüksekti. Ancak İsrail, İran’a sürpriz bir askeri saldırı başlattı. Kısa süre sonra ABD de devreye girerek, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) yasal denetimi altında olan İran’ın nükleer tesislerini bombaladı.

Şimdi kendinize ‘diplomasi böyle bir şey mi? Uluslararası hukuk böyle mi işliyor?’ diye sorun.

Hukuki açıdan cevap nettir, saldırılar, devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne karşı güç kullanımını yasaklayan BM Şartı'nın 4. maddesinin açık bir ihlalidir.

Uluslararası hukukun önde gelen uzmanlarından Profesör Marko Milanovic, İsrail’in eylemini “saldırganlık suçu” olarak değerlendirdi.

Ancak küresel düzenin sözde koruyucuları (BM, IAEA gibi) İsrail’in bu saldırganlığı karşısında tepki göstermeyerek sesizliklerini korudular.

Daha da kötüsü insancıl hukuku ayaklar altına aldılar.

Saldırıların askeri tesislerin yakınındaki sivil bölgeleri de hedef aldığı doğrulandı. En kötü olan ise insani yardım taşıyan bir Kızılay aracının bombalanmasıydı. Bu Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin açık bir ihlali ve savaş suçuydu.

Tüm bunlara rağmen uluslararası kurumlar ‘gerginliğin azaltılması’ ve ‘itidal’ çağrılarından öteye geçmediler. Ciddi bir adım atmayarak gerçek yüzlerini ortaya koydular.

Bu sadece İranla ilgili olmayıp Filistin’de de yıllardır gördüğümüz daha geniş bir örüntünün  parçasıdır.

Filistin halkı 75 yılı aşkın süredir yasadışı işgal, ev yıkımları, abluka ve askeri şiddete maruz kalıyor. Ve bunlara rağmen BM Güvenlik Konseyi ABD’nin vetosu nedeniyle etkili bir adım atamadı.

Buna karşılık İran ise siyasi çıkar ve güç için değil ezilenlerin yanında yer almanın ahlaki bir görev olması nedeniyle her zaman Filistin davasının savunucusu olmuştur.

İran bunun karşılığında yaptırım ve tehditlerden başka birşey almadı. Şimdi ise İran’a doğrudan saldırdılar. Çünkü oyunun kuralları herkes için aynı değil.

Basit bir karşılaştırmayla; İran'ın uranyumu %60 oranında zenginleştirmesi, barışçıl sınırlar içinde kalmasına rağmen, Uluslararası Atom Enerji Ajansı tarafından kınandı ve yaptırımlara maruz kaldı.

Ancak İsrail, IAEA gözetimindeki Natanz nükleer tesisini imha ettiğinde, kurum yalnızca teknik bir rapor yayınladı. Ne bir kınama oldu ne de uluslararası bir tepki.

Bu çifte standarttır ve bu çifte standartlar uluslararası kurumların meşruiyetini zedeler. Bazıları için kanunu uygulayıp diğerlerinin istediklerini yapmasına izin veren bu kurumlara nasıl güvenebiliriz?

Dürüst olalım, BM ve UAEA, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir küresel felaketi önleme vaadiyle kurulmuştu. Ancak yapıları tam tersini söylüyor.

BM Güvenlik Konseyi, beş ülkeye veto yetkisi verdi: ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya.

Bu veto, özellikle bu güçlerin müttefikleri söz konusu olduğunda uluslararası adaleti felç etti.

Teknik ve tarafsız bir kurum olması gereken UAEA, ABD ve Avrupa’daki müttefiklerinin siyasi çıkarları tarafından baskı altında tutuluyor.

O halde bu kurumların tarafsız olup olmadığı sorusunu sormalıyız? Yada bunlar dışarıdan güzel görünen ama güç siyasetinin çirkin gerçeğini gizleyen yasal cepheler midir?

İran ve Küresel Güney’deki diğer ülkeler için bu olaylar yalnızca siyasi gerilemeler değil, aksine net dersler verir: Özgüven esas olmalıdır. Bağımsız diplomasi bir zorunluluktur. Ve uluslararası kurumlara duyulan güvenin yeniden değerlendirilmesi gerekir.

Bunun yanısıra bu kriz küresel toplum için bir uyarı niteliğindedir.

Eğer BM’nin yapısını, özellikle veto sistemini reform etmezsek, UAEA’nın kurallarını eşit şekilde uygulamasını talep etmezsek, Uluslararası hukuku ihlal eden herkes için hesap verebilirlik sağlamazsak işte o zaman adaletin, barışın ve güvenin olmadığı bir geleceğe doğru gidiyoruz, demektir.

Şahit olduğumuz şey, ülkeler arası bir savaştan çok daha fazlası. Hukuk ile hukuksuzluk, adalet ile ikiyüzlülük arasındaki bir mücadele.

İran’ın Filistin’i savunması Gazze’de çocuklara bomba atılırken sessiz kalmayı reddetmek ve tekebbüre ‘hayır’ demektir. Bu bir ilke meselesidir.

New York’taki veya Viyana’daki zarif konuşmalara aldanmayalım. Bombalar düşerken sessizliği dinleyelim. Güvenlik Konseyi salonlarında adaletsizliği dinleyelim. Ve umutsuzlukla değil, net olarak cevap verelim: Şimdi reformun, dürüst liderliğin ve ezilenlerin yanında durmanın zamanıdır.

4294593

captcha