Malezya'daki Monaş Üniversitesi'nde öğretim görevlisi ve İslam Rönesans Cephesi'nin kurucusu Ahmed Faruk Musa, IQNA’ya verdiği röportajda ABD ve İsrail’in, İran’a yönelik son saldırganlığını ele aldı. Ropörtaj metni şöyle:
IQNA – Sizin düşüncenize göre, Batı Asya ve İslam dünyasında artan gerginliğin bölgesel barış ve istikrar açısından olası sonuçları nelerdir?
--İran’ın Orta Doğu’da birçok müttefiki olduğunu biliyoruz. İran ile İsrail arasındaki herhangi bir tırmanışın asıl sonucu, çok cepheli bir bölgesel savaştır. Yemen’deki Husiler hâlâ potansiyel olarak aktif ve bu rejim için bir tehdit oluşturmaya devam ediyor.
Diğer yandan ise bölgede artan bir nükleer çatışma riski var. israil’in nükleer silahı var ve İran’da İran nükleer programını kesinlikle hızlandıracak.
Benim düşünceme göre, Ortadoğu’da gerçek ve kalıcı bir barışın sağlanması için nükleer güç dengesinin sağlanması gerekiyor. İran’ın bu kapasiteye caydırıcı bir güç olarak sahip olmasına ve İsrail’i kontrol altına almasına izin verilmeli.
IQNA - BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in saldırılarını kınamamasının uluslararası kurumlarda yapısal bir önyargıya işaret ettiğini düşünüyor musunuz? Müslüman ülkeler bu tür eylemsizliğe nasıl tepki vermeli?
--Buna kısaca evet diyebilirim ve tartışmalar bu konuda yeniden alevlendi. Aslında BM Güvenlik Konseyi’nin yetersizliği, özünde uluslararası gücün yapısında kök salmış daha derin bir sistemik önyargının belirtisidir. Özü, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin veto yetkisinde yatmaktadır. (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin)
Bu ayrıcalık, bu ülkelerden herhangi birinin, uluslararası mutabakat düzeyine bakılmaksızın kararları tek taraflı olarak veto etmesine olanak tanır. Örneğin İsrail-Filistin çatışmasında Amerika’nın defalarca veto hakkını kullanması.
Aslında yapısal dengesizlik, Konsey’in yapısından da açıkça anlaşılıyor. Afrika, Latin Amerika veya Asya’dan hiçbir temsilci görmüyoruz. Sonuç olarak, İran-İsrail savaşı ve İsrail-Filistin çatışması da dahil olmak üzere bu bölgeleri etkileyen meseleler, uluslararası hukuk veya insani ilkeler merceğinden ele alınmak yerine, genellikle birkaç güçlü ülkenin jeopolitik çıkarları süzgecinden geçiriliyor.
Veto kullanımının sınırlandırılması veya küresel Güney’den ülkelerin üye olarak dahil edilmesi gibi anlamlı reformlar yapılmadığı takdirde, Konsey’in küresel barışın tarafsız bir hakemi olarak hareket edebilme yeteneğinin gülünç olduğuna inanıyorum.
Müslüman çoğunluklu ülkelerin bu tür bir eylemsizliğe nasıl tepki vermesi gerektiğiyle ilgili soruya cevabım çok basit. Müslüman ülkeler arasındaki en büyük zayıflığın parçalanmışlık olduğunu biliyoruz ve bu ülkeler ortak bir tepki vermeliler. İİT 57 ülkeleden oluşmasına rağmen potansiyel bir ortak sese sahip gibi görünüyor, ancak ne yazık ki eylemde birlik yok.
Körfez bölgesinde yaklaşık 5 ila 7 büyük ABD askeri üssü bulunmaktadır.
IQNA – İran, ABD ve İsrail’in nükleer tesislerine yönelik saldırılarına ilişkin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) sessizliğini resmen kınadı. Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın, ülkenin adı ne olursa olsun, barışçıl nükleer altyapıya yönelik saldırılar konusunda da aynı derecede kaygı duyması gerekmez miydi?
--UAEA’nın dünya genelindeki nükleer tesislerin emniyetini, güvenliğini ve bütünlüğünü sağlamak gibi önemli bir sorumluluğu olmasına rağmen ABD veya İsrail’in İran nükleer tesislerine yönelik saldırılarına karşı UAEA’nın sessiz kalması, kurumun rolünün istikrarı ve güvenilirliği hakkında soru işaretleri yarattı.
İran, Ukrayna veya Japonya olsun bir nükleer tesise yönelik herhangi bir silahlı saldırı, özellikle radyoaktif sızıntıya, çevresel hasara veya sivil yaşamları tehdit eden bir duruma yol açıyorsa, güçlü bir endişe veya kınamayla karşılanmalıdır.
Ukrayna’daki nükleer santrallere yönelik tehditlere açıkça yanıt veren UAEA nükleer güvenliğin korunması için acil çağrılarda bulundu. Ancak İran’daki Natanz veya Fordow tesislerine saldırı düzenlendiğinde sessiz kaldı.
İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın (NPT) imzalamış olup kapsamlı bir UAEA denetimine tabidir. Ancak UAEA, İran’ın nükleer altyapısına yönelik saldırıları eleştirmeyi reddettiğinde, kurumun tarafsızlık iddiasıda zayıflamış oldu.
IQNA - Malezya, İsrail saldırganlığına karşı diplomatik çabaları harekete geçirmede nasıl bir rol oynayabilir?
--Malezya’nın İsrail saldırganlığına karşı diplomatik seferberlikte öncü bir rol oynayabileceğini düşünüyorum. Malezya İsrail’in İran’a yönelik eylemlerini doğrudan engelleyemez. Ancak küresel söylemi şekillendirmede, uluslararası hukuku güçlendirmede ve Güney’de küresel dayanışmayı harekete geçirmede önemli bir rol oynayabilir.
IQNA - İslam dünyasının, özellikle İran’ı Müslüman bir ülke olarak savunma konusunda İsrail’in eylemlerine uygun bir yanıt verdiğine inanıyor musunuz?
--İslam dünyası sembolik olarak öfkelense de kolektif tepki ne yazık ki tutarlı, stratejik ve ilkeli bir dayanışma göstermeyi başaramadı.
Sünni-Şii anlaşmazlıklarının, açık bir saldırganlık karşısında bile ortak bir cephe oluşturamamasından dolayı üzüntü duyuyorum. Filistin davasına yaygın şekilde destek verilirken çoğunluğu Şii olan İran ile gerçek bir dayanışma eksikliğini eleşitiriyorum.
İİT’nın tepkisinin zayıfladığını, hatta tamamen zayıfladığını görüyoruz. Ancak bu sessizlik, açıkça çifte standartlarla ilgili soruları gündeme getiriyor. Filistinlilerin çektiği acılar bir çok Müslüman ülke tarafından haklı olarak kınanırken, İran neden aynı şekilde savunulmadı?
IQNA - Uluslararası toplumun sessizliği, benzer saldırganlık eylemlerinde bulunmayı düşünen diğer ülkelere nasıl bir mesaj veriyor?
-- Uluslararası toplumun, İsrail’in İran topraklarına, özellikle de nükleer altyapıya yönelik saldırıları karşısındaki sessizliği ülkeleri sonuçlardan korkmadan tek taraflı saldırganlığı düşünmeye teşvik eden tehlikeli bir emsal teşkil ediyor. Bu sessizlik tarafsız değil; uluslararası hukukun güvenilirliğini ve küresel düzeni fiilen baltalıyor.
Uluslararası toplum, bariz ihlalleri görmezden gelerek, BM ve UCM’nin işlevini zayıflatmakta ve gelecekteki saldırıları önlemede etkisiz hale getirmektedir.
Bu durum, temelde, devletlerin adaleti istedikleri gibi yorumladığı ve küresel sistemin hesap verebilirlikten uzaklaştığı, gelecekteki saldırı eylemleri için bir model haline gelme riskini taşımaktadır. Söz konusu olan sadece İran’ın egemenliği değil, aynı zamanda uluslararası düzenin bütünlüğüdür.
Uluslararası normların çöküşüne tanık oluyoruz. Bir zamanlar barış ve hesap verebilirlik için ortak bir çerçeve olarak benimsenen şey, giderek keyfi veya manipüle edilebilir olarak görülüyor.
Benim düşünceme göre, bu çöküş, gücün hakkın yerini, kaosun ise düzenin yerini aldığı yeni ve daha istikrarsız bir uluslararası döneme geçişin işareti olabilir.
IQNA - Müslüman milletler, kolektif seslerinin duyulmasını ve Filistin, İran’a yönelik düşmanca eylemlerin normalleştirilmemesini sağlamak için hangi uzun vadeli stratejileri izlemelidir?
--Kısaca söylemem gerekirse Müslüman ülkeler kritik bir dönüm noktasında olduklarına inanıyorum. Müslüman dünyasının demografik, ekonomik ve kültürel gücüne rağmen, ortak ve kollektif sesleri dikkate alınmıyor. Bu ülkeler söylemin ötesine geçen ve kurumsal, ekonomik ve diplomatik unsurlara odaklanan uzun vadeli, koordineli stratejiler benimsemelidirler.
Sembolik açıklamaların zamanının sona erdiğine inanıyorum; şimdi ihtiyaç duyulan şey koordineli ve ileriye dönük bir jeopolitik stratejidir. Allah, Bakara Suresi 143. ayette şöyle buyurmaktadır: “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle resule uyanlarla sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelecektir. Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”
4295127