El Şuruk sitesinin haberine göre, Mısırlı analist Ekrem Sisi, Hz. Peygamber’in (s.a.v) risaleti ve Müslümanların hayatında meydana getirdiği değişim hakkında bir yazı yazdı.
İnsanlar yaratıcılıklarını, kuşlardan, hayvanlardan ve böceklerden alır. İnsanlar doğal varlıklardan ve olaylardan mesajlar almak yerine, peygamberler ve elçilerden ilham aldılar ve her ilahi mesaj, insan bilgi hazinesinde niteliksel bir sıçrama oldu.
Hz İdris kalemi eline alıp bize okuma yazma öğreten ilk kişidir. Böylece insanın düşünsel ürünlerini, kültürel ve bilimsel mirasını yok olmaktan kurtarmış ve insana verilen en büyük ilahi armağan olan bilgi birikimi ve aklın kullanımı süreci başlamıştır.
Daha sonra birbiri ardına peygamberler ve elçiler gelip insanlığa tevhidi öğrettiler; ancak insanlar bu öğretiden çoğu zaman saptılar.
En’âm suresi 74-79 . ayetleri: “İbrâhim, babası Âzer’e, “Putları tanrılar mı sayıyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapkınlık içinde görüyorum” demişti.”
“Böylece biz İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu görüp kavrama imkânı veriyorduk ki kesin inananlardan olsun.”
“Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü. “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “Batanları sevmem” dedi.”
“Ayı doğarken görünce, “Rabbim budur” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yolunu şaşırmış kimselerden olurum” dedi.”
“Güneşi doğarken görünce, “Rabbim budur; zira bu daha büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! ben, sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”
“Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”
Tevhidi dinlerin büyük ilahi mesajları üç peygamberle son bulmuştur.Hz Musa’nın Firavun’un sihirbazlarının yılanlarını yutup, denizi yaran asası ve elini cebine koyup bembeyaz çıkmasıyla iki mucizesi vardır. Hz İsa’nın hayatı mucizelerle doluydu. Beşikteyken insanlarla konuştu, çamurdan bir kuş yaptı, içine üfledi ve Allah’ın izniyle kuş canlandı. Körleri ve cüzzamlıları iyileştirdi ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltti. Ancak, sadece halkının sıradan insanları ona inandı ve ondan sonra insanlar tekrar şirke döndüler. Dolayısıyla son mesaj, Peygamberlerin Mührü Hz. Muhammed (s.a.v.) ile oldu.
Hz Muhammed’in risaleti duyusal veya maddi mucizelere dayanmıyor aksine Allah onu, akli bir mucize olan Allah’ın Kitabı olan Kur’an-ı Kerim ile ayırmıştı.
İlahi kitaplar hayır ve şerrin sınırlarını belirler ve insanları kendi hallerine bırakır. Böylece hayır işlerde bulunan kendi yararına şer işlerde bulunan da kendi zararına amel etmiş olur.
Hayatımızda sorumluluk ve ceza Allah tarafından iki değer olarak belirlenmiştir. Sorumluluk, bir kişinin söz ve eylemlerinin sonuçlarından sorumlu olması anlamına gelirken, ceza ise söz ve eylemlerinin adil bir şekilde yargılanması anlamına gelir.
Kur’an-ı Kerim’in sorumluluk anlayışı iki ilkede özetlenebilir: İlki “özgürlük olmadan sorumluluk olmaz” ve ikincisi “sorumluluk olmadan özgürlük olmaz”.
İlkine göre Allah, insanın özgür olmaması ve dolayısıyla bir tercihte bulunmaması nedeniyle sorumluluktan muaf olduğunu hükmetmiştir: “Allah size yalnızca murdar eti, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasının adına kesilmiş olanı haram kıldı. Ama biri zorda kalırsa, haksızlığa sapmadıkça, sınırı aşmadıkça kendisine günah yoktur. Biliniz ki Allah bağışlayan ve esirgeyendir.” (Bakara:173)
Fıkıhçılar “zorunluluk, haramları helal kılar” kuralını ileri sürmüşlerdir.
İkinci ilke “Sorumluluk olmadan özgürlük olmaz.” Özgürlük, akıl ve olgunlukta vücut bulan bir yetenek gerektirir, çünkü bu ikisi sorumluluğu kabul etmenin temelidir. “İşte o gün insanlar yaptıkları kendilerine gösterilsin diye (bulundukları yerden) farklı gruplar halinde çıkarlar. “
“ Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. “
“Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” (Zilzal:6-8)
Bu nedenle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) risaleti, insanlık tarihinde niteliksel bir değişim olarak kabul edildi; çünkü halefiyeti insana emanet etti ve doğrudan ilahi rehberlik sona erdi. Allah sadece kendi kitabıyla yetindi ve insan tam bir özgürlük ve iradeyle hareket etti.
Böylece semavi risalet sona ererek bilgi doğrudan doğruya insandan insana aktarılmaya başlandı. Bu iş peygamberler ve elçiler yerine âlimler ve filozoflar tarafından yapıldı.
Tarihi olaylar, Müslümanların Muhammedî mesajın doğru anlaşılmasından, yani insanın iradesinin, aklının ve tercihinin dünya hayatının temeli olduğu anlayışından saptıklarını kanıtlıyor. Bu ilkenin ilk dönüşümünü, Muaviye bin Ebî Süfyan zamanında görüyoruz. O, dini siyasete sokmuş ve Ali bin Ebî Tâlib (a.s.) ordusuna yenilmesini önlemek için Sıffin Savaşı’nda Kur’an’ı ortaya atmıştı. İkinci dönüşüm ise, taraftarlarının, iktidarı oğlu Yezid’e miras bırakmasını meşrulaştırmak için “kader” teorisini ortaya atmaları ve Allah’ın iradesi başka türlü olsaydı bu mirasın gerçekleşmeyeceğini söylemeleriydi!
Din ile siyasetin birbirine karıştırılması, insan iradesinin ve aklının etkisiz hale getirilmesi, İslam toplumlarının bugün bile muzdarip olduğu bir durumdur.
İslam devleti, Hz. Peygamber (sav) tarafından Medine'de kurulan ve tüm semavi dinlerin bir arada yaşadığı sivil bir yönetimdi. Hoşgörünün hüküm sürdüğü, akıl ve mantığın hâkim olduğu, insanlar arasındaki dünyevi ilişkilerin ilahi değil, beşeri sözleşme ve anlaşmalara bağlı olduğu bir yerdi.
Müslümanların Hz. Muhammedin mesajını gerçekten anlayıp akıl mantığına dönmelerini ve bilginin galip gelmesini umabilir miyiz?
Fatır suresi 28. ayeti:” ... Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar..”
Buda ilim sahibi insanların akıl ve zihinlerini Yüce Allah’ın insanlığa en büyük armağanına adadıklarını gösteriyor.
4301257