IQNA

Olivier Roy: Bat’ı İslam’ı varoluşsal bir tehdit olarak görüyor

18:54 - October 19, 2025
Haber kodu: 3489244
IQNA - Doğu Bilimleri alanında önde gelen profesör, Batı’nın İslam’ı kültürel bir sorun olarak değil, varoluşsal bir tehdit olarak gördüğünü, insan haklarının tahakküm aracı olarak kullanıldığını vurguladı.

Fransız düşünür ve Şarkiyat Araştırmaları Profesörü Olivier Roy, El Cezire’ye verdiği röportajda Batı ile İslam dünyası arasındaki ilişkinin eleştirel bir okumasını sundu. Roy, Oryantalizm kavramının evrimini ve dönüşümünü, Batı söyleminin İslam ve Müslümanlara yönelik olumsuz algıların yaratılmasındaki rolünü, ilerleme ve insan hakları gibi kavramların ahlak kisvesi altında sömürgeci araçlar olarak kullanılmasını ele aldı.

Olivier Roy, Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nin (CNRS) eski araştırma direktörü ve Fransız İleri Sosyal Bilimler Okulu’nun (EHESS) eski eğitim direktörü olup kariyerine 1969’da liseden yeni mezun olmuş genç bir çocukken geldiği Afganistan’da başladı.

Kabil sokaklarında dolaşarak Doğu şehirlerindeki yaşamı keşfetti. Daha sonra Orta Asya’da, Özbekistan ve Tacikistan’ın kadim şehirlerinde eğitim gördükten sonra Paris’e dönerek felsefe doktorası yaptı ve çeşitli Fransız üniversiteleri ve enstitülerinde ders verdi.

İslam ve dinler sosyolojisi alanında önemli eserlere imza atmış olup, bunların çoğu Arapçaya çevrilmiştir. Bu eserler arasında “İslam ve Laiklikle Yüzleşmek”, “Kutsal Cehalet”, “Kültürsüz Din Zamanı”, “Cihat ve Ölüm” ve “Küreselleşen İslam” bulunmaktadır.

Roy, Oryantalizmin yalnızca sömürge döneminin bir ürünü olmadığını, bundan çok daha önce de var olduğunu belirterek 18. yüzyılın sonlarında, ‘Doğu’nun ayrı bir medeniyet olarak incelenmesine odaklanan akademik bir disiplin olarak ortaya çıktığını ve  Avrupa’daki ilk Oryantalistlerin İslam medeniyetine hayranlık duyan ancak onu günümüzle ilişkisini yitirmiş görkemli bir geçmiş olarak gördüklerini söyler.

Bu bakış açısının Batı söylemine nüfuz ettiğine, İslam dünyasının “ilerleme ve laiklik yolundan düştüğü” ve Batı’dan “modernite” yolunu öğrenerek yeniden başlaması gerektiği görüşüne inanmaktadır.

Roy, bu yaklaşımın sadece Batı ile sınırlı olmadığını, İslam dünyasındaki Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dizi siyasi lider tarafından da benimsendiğini, Atatürk’ün geleneksel eğitim ve kültür kurumlarını ortadan kaldırıp Batı’yı örnek alan “modern” kurumlar yaratma gereğini gördüğünü belirtir.

Laiklik: Bir kontrol aracı

Roy, Batı’nın “ilerlemenin ancak laiklikle mümkün olabileceği” varsayımını eleştirerek, bu varsayımın genelleştiğini ve modern çağa ait olmanın bir medeniyet koşulu haline geldiğini düşünüyor.

Bu görüşün zararsız olmadığını, sömürgecilik bağlamında siyasi olarak istismar edildiğini ifade eden Roy, örnek olarak Fransa’yı gösteriyor. Fransa başlangıçta Cezayir kültürüne ilgi duymamış, ancak daha sonra Fransız yönetiminde İslam hukuku okulları gibi kurumlar kurmuş, bunu yaparken de yerel kültürü tanımaktan ziyade sömürgeci hegemonyaya hizmet edecek şekilde kontrol altına alıp yeniden üretmeyi amaçlamıştır.

İddia edilen evrenselcilik

Roy, Batı’nın insan hakları söylemini kullanmasını sert bir şekilde eleştirerek, 1947 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin sözde ‘evrenselciliği’nin Batı’dan ihraç edildiğini savunarak bu söylemin, yerel bağlamları görmezden gelerek veya bunları din veya Batı dışı toplumsal değerler gibi küresel kavramlara karşı kategorize ederek belirli bir kültürel modeli dayatmanın bir aracı haline geldiğini belirtiyor.

Ukrayna’daki savaş ve Gazze’deki katliam gibi Batı’nın küresel meselelerdeki farklı tutumlarının “jeopolitik çıkarlara nasıl uyarlandığını” göstermek için örnek olarak gösteriyor.

Medeniyetten medyan okumaya

Roy, modern oryantalist söylemdeki en tehlikeli değişimin, “İslam Doğusu’nu bir medeniyet” olarak görmekten, “dini bir meydan okuma” olarak görmeye geçiş olduğunu açıklıyor.

1970’lerden itibaren İslam artık kültürel bir unsur olarak değil, Batı’ya yönelik doğrudan bir tehdit olarak görülüyor ve “Müslüman toplumların suçlulaştırılması için bir bahane” haline getiriliyor.

Başörtüsü veya alkolden uzak durma gibi dini semboller otomatik olarak otoriterlikle ve özgürlük eksikliğiyle ilişkilendirilir.

İslam’ın artık kültürel çeşitliliğin bir parçası olarak değil, insan haklarının temel düşmanı olarak görüldüğünü, bu bakış açısının “İslam ve modernite” sloganında özetlendiğini belirtiyor.

Batı’nın çağdaş krizi: ilkeler yerine kimlik

Roy, Batı’nın şu anda özellikle popülist söylemin yükselişiyle birlikte “evrensel değerler söyleminden” “kimlik ve dışlama söylemine” doğru bir gerileme yaşadığını söylüyor.

Örnek olarak, anayasasında inanç özgürlüğüne yer verilmesine rağmen, İslami dini tezahürlerin ulusun birliğine tehdit olarak görüldüğü Fransa’yı gösteriyor. Paradoksun, yurt dışında çoğulculuğu teşvik ettiğini iddia eden ülkelerin, yurt içinde çeşitliliği bastırmaya çalışmasında yattığını da ekliyor.

Batı demokrasilerinin yapısal bir krizden muzdarip olduğunu ve sıklıkla iddia edildiği gibi “İslam tarafından tehdit edilmediğini”, aksine popülist hareketler tarafından içeriden zayıflatıldığını belirtiyor. Bu arada, Avrupa’daki birinci ve ikinci nesil Müslümanlar büyük ölçüde demokrasiye inanıyor ve din özgürlüklerine saygı göstererek entegrasyon istiyorlar.

Roy Müslümanların demokrasiye karşı olmadıklarını, ancak Batı siyasi söyleminde öyle tasvir edildiklerini ve bunun iç siyasi amaçlar için kullanıldığını savunuyor. Batı’daki Müslümanların dini ibadet veya helal gıda hakkı gibi anayasal olarak güvence altına alınmış haklar talep ettiğini, ancak bu haklardan mahrum bırakıldıklarını dile getiriyor.

İslamcı siyasi partilere, Fransa’daki Milliyetçilik Mitingi ve Almanya İçin Alternatif gibi Avrupa’daki yükselen aşırı sağcı milliyetçi partilerle karşılaştırıldığında gösterilen muameledeki farklılığın çifte standardı yansıtığını ve İslamcıların siyasete katılması engellenirken, aşırı sağın gücünü genişletmesine izin verildiğini söylüyor.

Oryantalizm krizi ve Batı’nın ikilemi

Roy, Batı dünyasının şu anda evrensel ilkeler ve kendi kimliğini belirleme eğilimleri ile başkalarını dışlama eğilimleri arasında bir iç çatışmanın ortasında kaldığı sonucuna varıyor.

Çatışmanın artık Samuel Huntington’ın ileri sürdüğü gibi iki medeniyet arasında olmadığını, kimlik ve ilke arasında olduğunu ve İslam’ın Batı tahayyülünde salt kültürel veya dini bir farklılıktan ziyade temel bir tehdit haline geldiğini savunuyor.

Fransız düşünür ve akademisyen, Batı’nın ikileminin, içeride eşitliği sağlayamaması, dışarıda çifte standart uygulaması ve demokrasi de dahil olmak üzere temel değerlerine olan inancın azalması olduğunu ileri sürüyor.

 4305601

Etiketler: islam ، batı ، Islamafobi ، müslüman ، demokrasi
captcha