IQNA

Ersan Baydemir hoca ile röportaj:

Tedbirsiz tevekkül ve tevekkülsüz tedbir doğru değildir

10:28 - February 22, 2023
Haber kodu: 3479397
Musibet elbette ki hikmetsiz değildir. En çok bilinen hikmetlerinden biri, belaya musibete uğrayan insanlara başka insanlar tarafından yardım edilmesidir. Onlar orada musibete uğrayarak imtihan oluyorlarsa biz evimizde oturanlar da yani durumu bu musibetin dışında olanlar da onlara yardım etmekle sınanıyoruz.

Tedbirsiz tevekkül ve tevekkülsüz tedbir doğru değildirTürkiye'yi yasa boğan deprem felaketi sonrasında sıkça dile getirilen kader, tevekkül, sabır kavramlarını doğru şekilde kullanıyor muyuz, soruları akıllara geliyor. Günahlar belalara davetiye çıkarır mı? Belalar karşısında ne yapmak lazım gibi konuları ilahiyatçı Ersan Baydemir hoca ile konuştuk. Belaların hayatın gerçeği olduğunu kaydeden Baydemir belalara karşı tek çarenin hazırlıklı olmak, üzerimize düşeni yapıp sonra Rabbimize bırakmak olduğunu söylüyor. Baydemir ayrıca iyi işlerde bulunmanın belaları uzaklaştırdığına ilişkin rivayetleri de zikretti. İşte röportajımız: 

Kahramanmaraş merkezli bir deprem yaşandı, hem Türkiye hem de Suriye'de ciddi can kayıpları oldu. Bu depremle birlikte tedbirsizlik ve kader kavramları sıkça kullanılmaya başlandı. Böyle durumlarda kader kavramı isabetli mi kullanılıyor nasıl yorumlarsınız?

Öncelikle bana bu fırsatı tanıdığınız için teşekkür ediyorum. Allah'a hamd, sevgili Peygamberine salat ve selam olsun. Çok büyük bir musibete uğradık. Çok geniş bir coğrafyayı etkileyen, ender rastlanır bir deprem ile aynı anda on yerimizden vurulduk. On ilimiz bir anda çok şiddetli bir depreme maruz kaldı. Ertesi gün aynı şiddette ikinci bir deprem ile yarım yıkılan veya hatta hafif hasarlı binalar bile maalesef yerle bir oldu. İnsanlarımız tarif edilemez bir acıya maruz kaldılar. Bu ateşin düştüğü yerlerdeki acılar belki de yıllarca unutulmayacaklardır. Belki biz unuturuz, ama azizlerini kaybedenler, bütün hayatını kaybedenler için çok büyük bir musibet söz konusu. Ölenlere Allahu Teala'dan rahmet diliyorum ve yaralılara Rabbim acil şifalar versin. Belki yaralılarımızdan daha vahim durumda olan, kalbi binbir yarayla musibete uğramış olan anneler, babalar, evlatlar, kardeşler var, Rabbim onların da göğsüne şifa versin. Bu acıyı unutmalarına ve tahammül etmelerine Rabbim yardım etsin.

Musibet elbette ki hikmetsiz değildir. En çok bilinen hikmetlerinden biri, belaya musibete uğrayan insanlara başka insanlar tarafından yardım edilmesidir. Onlar orada musibete uğrayarak imtihan oluyorlarsa biz evimizde oturanlar da yani durumu bu musibetin dışında olanlar da onlara yardım etmekle sınanıyoruz. Dolayısıyla herkes destek olmalı herkes yardım etmelidir. Bu yardımlar da bir hafta veya on gün ile sınırlı olmamalıdır.

Bu musibetin yanında bizi mutlu eden şey de halkımızın ve ülkemizin bu acıyı dindirmek için adeta seferber olmasıdır. Bu acıyı dindirmek için herkesin bir şekilde katkıda bulunması, küçük büyük dernekler, mescitler, camiler, cemaatler kısacası herkes bir şekilde katkıda bulunmaya çalıştı. Oyuncağını gönderen çocuklar, takısını gönderen hanımlar ve kendisi bir şekilde orada faydalı olabilecek kardeşlerimizin oraya koşması gerçekten mükemmel bir kardeşlik ve dayanışma örneğiydi. Zaten başka türlü de bu ağır yükün altından kalkmak mümkün değil. Halkımızı tebrik etmek lazım.

Diğer taraftan aynı musibeti daha küçük de olsa Suriye'deki kardeşlerimiz de yaşadılar. Rabbim onların da acısını bir an önce dindirsin, ölenlerine rahmet etsin.
Gelelim sorunuza, bunları kader diye nitelemek ve bunu kadere mal etmek doğru mudur, elbet ki işin bir kısmı kaderdir yani deprem bizim elimizde değildir. Hangi saatte olacak, hangi günde olacak, o an biz nerede olacağız; bunları biz belirleyemeyiz. Dolayısıyla bu işin hayatımızdaki çoğu işler gibi bir ucu bizim elimizde ise bir ucu da bizim elimizde değildir.

Evet depremin ne zaman, ne şiddetle ve nasıl olacağını biz belirleyemeyiz ama içinde yaşadığımız evi sağlam yapabiliriz. Ev alırken sağlam mı değil mi bakabiliriz. Biz eğer çürük ev almazsak müteahhit zaten çürük ev yapmaz. Ben müteahhitleri aklamak için bunu söyleyemiyorum. Bizler satın aldığımız eve bakmamız lazım, nasıl ki bir eve alırken bu kadar para veriyorsak, bir kısmını da bu evin doğru düzgün yapılıp yapılmadığını kontrol ettirmek için bir mühendislik şirketine verebiliriz. Tabii bizden önce, halktan önce bu devletin sorumluluğundadır. Rüşvetle, bir şey olmazla, adam kayırmayla, bu bizim tanıştığımızdırla, önümüzde seçim var gibi sözlerle inşaatları yeterince denetlemeyenler şu anda bu kanların direkt sorumlusudur. Bu ölen insanların vebali onlar üzerindedir. Bu işte şunun kusuru var ya da yok demiyorum, kimin kusuru varsa bilmesi lazım ki ahiret gününde bu vebalin cevabını vermek zorundalar.

Dolayısıyla takdire, nasibe, kısmete mal ederek buradan kurtulamayız. Takdir dediğimiz şey, Allah'ın sünneti şöyle cereyan eder, Allah bazı şeyleri bizim elimize vermiştir bazı şeyleri de başka etkenlere bırakmıştır. O her şeyin sahibidir. Her şeyin malikidir.

Ama insanoğluna diğer varlıklar aksine irade vermiştir ve sorumluluk vermiştir, kitabında insanı yaptıklarından dolayı suçlamakta veya iyi işlerinden dolayı takdir etmektedir. Ahiret ve hesap günü de bunun içindir. Yoksa her şey kader olacaksa nasip olacaksa hesabın kitabın ne anlamı var?
Kalbi yaralı insanların durumunu idrak etmek bile bizim için çok zor. Tabiri caizse insan bazen konuşmaktan mahcubiyet duyuyor. Ancak bizler hocayız ve insanlara bir ilaç olur diye Allah'ın kitabı, Peygamberimizin sözlerini aktarmaya çalışıyoruz. Bakara suresinde buyuruluyor:

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.

Benim tavsiyem "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" ayetini çok sık tekrarlasınlar; neyimiz varsa ondandır...

Biz de gidenlerin ardı sıra aynı yere Rabbimizin huzuruna döneceğiz. Ancak sabretmek gerekir. Allah sabredenlere selamını gönderiyor, yani musibete karşı sabretmek ne kadar değerlidir. Musibet dediğimiz şey Allah'ın bize verdiği şeyi, bizim canımızı almadan, bizden almasıdır. Kaybetmiyoruz aslında, bizim de daha sonra gideceğimiz yere gönderiyoruz. Kaybetmeyeceğimiz hiçbir şeyimiz yok ki, her şeyi sonunda kaybedeceğiz ama kendimiz gitmeden onların gitmesi bize zor geliyor. Fakat Allah vermişse alma hakkına da sahiptir ve ne güzel ve şefkatli bir Rabbimiz var ki bize geçici olarak verdiği nimetleri ve canları bizden alırken de karşılığında büyük bir mükafat veriyor. O mükafatı kaybetmemek için de sabırlı olmamız lazım.
Hz. Resulullah (saa) Muaz bin Cebel, oğlunu kaybettiğinde ona bir mektup yazıyor ve mektupta Allah'ın ona verdiği bir emaneti geri aldığını ve kederlenmesinin onu geri getirmeyeceğini buyuruyor. "Ama sabırsızlık edersen ve güzel bir sabır göstermezsen bunun karşılığında alacağın mükafatı kaybedersin. Dolayısıyla sabrı tavsiye ediyorum." diyor.

Özellikle depremi bizatihi yaşayanların birtakım psikolojik problemlerle karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Ne yapmak lazım? Elbette işin uzmanları gerekli kişiler için tedavi yöntemi uygulanacaktır. Bu noktada bizler tevekkül mekanizmasını nasıl devreye sokabiliriz doğru şekilde? Depremi bizzat yaşamasak da sürekli acaba deprem olacak mı, gibi tedirginlikler yaşıyoruz. Ne yapmalıyız? Tevekkülün ölçüsü nedir?

Deprem korkusu özellikle bunu yaşayan insanların zor atlattığı bir şeydir. İşin psikolojik yönü vardır, çok had safhadaysa tabii ki psikoloğa ve psikiyatri uzmanlarına başvurmak ve tedavi görmek lazım. Ancak daha güçlü ve dayanıklı insanlar için söyleyebileceğimiz şey şudur, sonuçta tehlike bizim her zaman hayatımızda var. Dışarı çıktığımızda her an başımıza bir şey gelebilir. Ama bu düşüncelerle yaşamak yaşamı zorlaştırır. Allah'a tevekkül edeceğiz ama tedbir alarak. Bakın tedbir ile tevekkül ikisi yan yanayken çok güzel ve faydalıdır.
Fakat tevekkül var ve tedbir yok ise belaya davetiye çıkarmış oluruz, tedbir var ama tevekkül yok ise de tedbirin bir anlamı olmaz. Örneğin siz çok tedbirlisiniz, eviniz çok güzel ve sağlam ama ömür boyu sürekli tevekkülsüz, endişeli ve korku içinde yaşarsanız da sağlıklı olmaz. Böyle bir hayat sürmek de çok zordur. Dolayısıyla tevekkül edelim, Rabbimize güvenelim hiç kimsenin garantisi yok.

Hiç kimse bu dünyada ilelebet kalmayacak. Ayrıca belalar hayatın bir gerçeğidir. Bizim belalara karşı tek çaremiz onlara karşı hazırlıklı olmak, üzerimize düşeni yapıp sonra Rabbimize bırakmaktır. Ölümden de ölüm bir kötülükmüş gibi korkmamak lazım. Evet biz elimizden geldiğince yaşamak zorundayız, yaşamaya çalışmalıyız, tehlikelerden kaçmayı Rabbim bize emretmiş ama ölüm geleceği zaman da onu hoş karşılamak ve ölüme hazırlıklı olmak lazım.

Peki rivayetlerde bela ve musibelerle ilgili ne gibi tavsiyeler vardır? 

Hadislerimizde belalarla ilgili çeşitli öğütler vardır. Hz. İmam Cafer Sadık (aleyhisselam) buyuruyor "Hiçbir mümin yoktur ki belaya uğramasın. Eğer o bela gelirse ve mümin ona sabrederse afiyete çıkar, ama sabretmezse isyankar olursa o zaman daha kötü bir beladan korksun."

Çünkü belaya sabır belayı hafifletir, yarasını çabuk iyileştirir mesela değerli bir yakınını kaybeden bir insan güzel bir tevekkülle güzel bir sabırla dayanırsa bu musibete, azar azar yarası kapanacaktır. Ama eğer isyanlara düşerse sürekli kendi yarasını kendi eliyle kanatırsa yarası dinmez, bitmez bir hastalığa ve yavaş yavaş işte depresyona sebep olacaktır. Yara artık adete kangren olacaktır.

Hz. Peygamber buyurmuşlar, Allah sevdiği kulunu, bakın sevdiği kulunu belaya düçar eder.

Bela kelimesi Arapçada denemedir, sınamadır. İnsan sınanmadıkça ilerlemez. Demir, ateşe girmeden sağlam olmaz. Kul, belaya düşer ve ona sabrederse Allah onu seçkin kulları arasına katar, mükafatını verir. Ayrıca sabırdan öteye geçer de bu belaya rıza da gösterirse "Allah'ım başıma geldi istemediğimdir, ama madem senden geldi ben razıyım" dediği zaman, Allah onu halis, özel ve muhlis kılar.
Hazreti peygamberimiz bir gün bir hastanın ziyaretine gitti. Hasta şahıs peygambere, bir ayet okuduğunu ve ayetten de belanın iyi olduğu çıkarımında bulunduğunu dolayısıyla Allah'tan bela istediğini sonrasında da hasta olduğunu anlattı. Peygamberimiz ise yaptığının yanlış olduğunu ve bela istememesi gerektiğini buyurdu.

Kunutlarda da okuyoruz:

Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’lâhirati haseneten.

“Allah’ım! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver."

Dünyada da iyilik istiyoruz, ahirette de. Peygamberimizin sözünden de bunu anlıyoruz ki biz bela peşine gitmeyeceğiz, beladan kaçacağız, bütün tedbirlerimizi alacağız Ama geldiği zaman da bileceğiz ki bu da kendi yerinde gereklidir.

Buyurmuşlardır, belalara karşı çok dua edin, sadaka verin, akraba ziyaretinde bulunun... Bütün güzel işler bizden belaları uzaklaştırır ve günahlar da belaları artırır.bŞimdi bunu söyleyince bazıları "Hocam içki içmekle, zina etmekle, günahla belaların ne alakası var?" diye itiraz ediyorlar. Şunu söyleyeyim, mesela diyoruz ki müteahhit neden çalmış, neden yetkili rüşvet almış, neden falan inşaatçı vazifesini düzgün yapmamış vs, bütün bunlar günah değil mi? En kötü ihtimal böyle düşünürsek yine görüyoruz ki hak tanımamak, rüşvet almak, sorumsuz davranmak, hırsızlık
yapmak, yalan konuşmak (çünkü sağlam bina yapmayan her müteahhit bol bol yalan konuşuyordur) bunlar belalara davetiye çıkarıyor. Dolayısıyla mutlaka bu belaların günahlarımızla da çok alakası vardır.

Çok teşekkür ederiz zaman ayırdığınız için, eklemek istediğiniz bir şey varsa buyurun.

Bana bu fırsatı tanıdığınız için teşekkür ederim

Rabbim ölenlerimize rahmet eylesin. Geride kalanlara, gönüllerine huzur, sükûnet, metanet versin. Milletimizi daha kötü belalardan korusun, aynı şeyleri Suriye halkı için de Rabbimizden diliyoruz. Onların imkanları da daha az, Allah onlara da yardım etsin.

captcha