Küçük müydü? Hayır, değildi. Onun azametinin küçücük bir yansımasını bile birbirinin üstüne koysak hiçbirimizin anlayış kapasitesine sığmaz.
Konuşmak için dili yok muydu? Vardı. Ben Kerbela’da ondan daha fasih, ondan daha açık ve daha düzgün konuşan birini duymadım. Ne kadar da güzel ve net bir şekilde İmam Hüseyin’in (a.s) mesajını tüm alemin kulağına çınlattı!
Peki, o kimdi? Ali’ydi o. Asgar onun küçük ya da çocuk olması anlamına gelmez. Ona Asgar dediler; çünkü bu, dünyadaki konaklama süresinin, diğer bütün Kerbelalılardan daha az olduğu içindi.
Hazreti Muhammed (sav) kendi elleriyle süt sağar ve içerdi.Yezit ise kendi elleriyle şarap döker ve içerdi.Hazreti Muhammed (sav) fakirlerle oturup kalkardı ama Yezit, fakirlik nedir bilmezdi. Sarayına fakirlerin girmesine izin vermezdi. Hazreti Muhammed (sav), çocukları omzuna alırdı. Yezit’in omzunda ise maymun vardı. Hazreti Muhammed (sav) gecelerini ibadetle geçirirdi. Yezit ise şarap içmeyle. Hazreti Muhammed’in (sav) amacı tevhidi iletmek idi. Yezit ise kafir şiirleri okurdu.
Bu cahil topluluk, kendi peygambeleri (sav) ve Yezit arasında nasıl bir benzerlik gördüler de Hazreti Muhammed’in (sav) yadigarını bırakıp Yezit’e destek olmak için onun safına geçtiler?
Asker’im! Kerbela’da bu halkın ne kadar vahşi olduğunu gördüğümde bunların, tarihi değiştirerek nakletmesinden ve dünyanın sonuna kadar babanın sapkın biri olarak bilinmesinden korkmuştum. Sapkının ne demek olduğunu biliyorsun değil mi canım? Sapkın, hak olan İmam’a karşı isyan eden kişiye denir. Yezit’i hak imam ve Hüseyin’i (as) isyankar olarak bilmelerinden korktum! Bu nasıl bir musibet olurdu!
Bir şeyler yapmalıydım. Tarihin, Kerbela’nın sayfalarında kendi yolunu kaybetmemesi için herkes bir şeyler yapmalıydı. Bunların bedenlerinin her bir zerresi haramdan oluşmuştu. Karınlarından ve şehvetlerinden başka ilahları yoktu. Hiçbir yalan ve hileden çekinmezlerdi.
Asker’im! Herkes kendi payına düşeni yapmalıydı.
Baban, bineğine binerek düşman ordusunun karşısına dikildi ve konuşmaya başladı. Sesinin tonu o kadar can yakıcıydı ki çadırlara ateş düştü sanırdın. Herkes bağırıyordu ve yüzlerinden gözyaşı damlaları süzülüyordu ve gözyaşları, acının tozlarıyla buluşuyordu.
Baban diyordu ki: "Ey halk! Söylediklerimi dinleyin ve savaş konusunda acele etmeyin.’’ Oğlum, babanı tanıyordum. Onun için şehadetin kucağı, çocuk için anne kucağı sıcaklığından daha sıcaktı. Ama baban, kendini sorumlu hissediyordu. Bu akılsız ve cahil topluluğa karşı bile! İmam Hüseyin’in (as) kendini bu topluluğa karşı sorumlu hissetmesi ve onları doğru olana çağırmasından daha büyük bir keramet göstergisi var mı?
Baban şöyle söyledi: "Size ulaştırmam bana vacip olan mesajı ulaştırmak ve böylelikle size karşı sorumlu olduğum şey hakkında sizi bilgilendirmek istiyorum.’’ Oğlum, babanın kalbi gül yaprağından daha narindi. Bizim ağlayışlarımız, onun nefesini kesmişti artık. Konuşmasına başlamadan önce amcan Hazreti Abbas’ı (as) ve abin Ali Ekber’i (as), kervandakileri sakinleştirmeleri için çadırlara yolladı. Baban, amcan ve abine şöyle dedi: "Kendi canım üstüne yemin ediyorum ki bundan sonra daha fazla ağlayacaklar.’’