El-cezire web sitesi bu konuya değinerek Arap yazar ve eleştirmen Ali Abdul Rauf’un makalesini yayınladı. Metin özeti şöyle.
Seksenli yıllarda Mısır’ın başkenti Kahire’de, olumlu görünse de özünde sorgulama ve inceleme gerektiren bir olgu ortaya çıktı. “Yeraltı camileri” olarak tanımlanabilecek bu olgu, Kahire’deki birçok konut binasında gözlemlendi ve daha sonra diğer Arap şehirlerine yayıldı.
Şehir ve güvenlik yetkilileri, Mısır Evkaf Bakanlığı ile işbirliği yaparak, bu konut binalarının sahiplerine, binanın bodrum katının bir kısmını zaviye, mescit veya cami olarak adlandırdıkları bir ibadethaneye dönüştürme izni verdi.
Birçok mülk sahibi, ibadetlerini yerine getirmek isteyenlere kolaylık sağlamak için değil, bu kararın bodrum katlarını ibadet için ayıranlara cömert vergi muafiyetleri sağlaması nedeniyle bu altın fırsatı değerlendirdi.
Böylece namaz kılmak yeraltına inerek, ahşap kapısında “Nur Mescidi” yazan boş, nemli ve karanlık bir mekana indi!
İnsanların ibadet yerlerine olan değer vermeme ve ilgisizliği giderek arttı. Bu ilgisizlik sadece özel binalara değil, kamu binalarına da yayıldı. Örneğin artık birçok ofis binasının genellikle banyo veya tuvalatin yanında bulunan küçük odalarından birini mescit haline getirdiğini görüyoruz.
Daha tehlikeli olan ise namaza yeterince önem verilmemesi ve ibadetin bodrum katları, koridorlar, karanlık odalar gibi marjinal yerlere, hatta ticari kompleksler ve alışveriş merkezlerine itilmesidir.
Burada akla gelen soru şu ki neden büyük ve lüks sitelerde çirkin ve karanlık bodrum katları veya tuvalet yanındaki odalar ibadet için ayrılmış ve ibadethaneye ulaşmak için uzun ve soğuk koridorlardan geçmek zorunda kalıyoruz? Sanki namaz kılmaktan veya uygunsuz bir şey yapmaktan utanıyoruz!
Büyük alışveriş merkezleri, uluslararası zincir süpermarketler, buz pateni pistleri, restoran ve kafeler, kapalı bahçeler ve diğer dinlenme tesislerinin yer aldığı bu kompleksler, namaz kılmayı ötekileştirerek çok az değer veriyor!
Bazıları alışveriş merkezlerinin sahiplerinin sadece kar elde etmeye odaklanmış iş insanları olduğunu, kompleksin her metrekaresinin onlar için gelir getirmesi gerektiğini iddia edebilir. Bu geçerli bir iş mantığıdır, ancak bu konuyu yalnızca insanların değerlerinden ve ilkelerinden vazgeçmelerini gerektiren finansal kazanç bakış açısına göre değil, aynı zamanda tüm boyutlarıyla insani, toplumsal ve manevi bakış açısına göre de ele almamız gerekir.
İslam’ın imajını zedeleme ve ona bağlı olanların değerini düşürme girişimleri de dahil olmak üzere birçok zorlukla karşı karşıya olduğumuz bu zamanda, konut, hükümet ve ofis binaları ile ticari komplekslerde ibadet için ayrılmış alanlarda bir devrim yapmanın zamanı geldi.
Şimdi ibadet mekanlarının güzel ve büyüleyici olması sağlanarak İslam ve Müslümanlar hakkında başkalarına oldukça olumlu mesajlar iletmesinin zamanı geldi. Bu mekanlar insanları ibadete çekmeli ve davet etmeli.
Namaz için ayrılan alan, insanların zorunluluktan dolayı dini vecibelerini yerine getirip hemen alışveriş merkezlerine ve eğlence yerlerine döndüğü bir yer olmamalıdır.
Namaz kılınan yerler bodrumlar, karanlık ve kenar odalar dışında, bunun yerine ‘dinin direği’ olarak kabul edilen namaza layık yerlerde mescitler inşa etmek için birlikte çalışmalıyız.
Eğer namaz gerçekten dinin direğiyse, kılındığı yer ona layık, sevinç ve mutluluk kaynağı ve insanların İslami değerlere teşvik edildiği bir yer olması gerekmez mi?
İbadet edilen yerin soğuk ve nemli bodrumlar değil, dostluğun, zihinsel ve fiziksel huzurun mekanı olması gerekmez mi?
4264234