Sosyolog ve din araştırmacısı İmad Furuği’nin Hz Ali’in düşüncelerini tanıttığı toplantılar zincirinin üçüncü oturumunda Emir el-Mü’minin ‘nin (a.s) hükümete bakışı ve meşruiyet teorisi meselesini açıkladı. Metin özeti şöyledir:
Nehcü’l-Balağa’nın üçüncü hutbesi, (Şıkşıkiye hutbesi olarak da ünlüdür) zamanın durumunu ve Peygamber Efendimiz’in vasiyetinin aksine amel edilmesi üzerinedir. Bu hutbe halifelik meselesi ve Peygamber’in (s.a.v) halefi ile ilgili olsada hutbenin içeriğine bakıldığında Hz Ali ‘nin (a.s) hükümete nasıl baktığını yansıtmaktadır.
Hutbenin bir bölümü şöyledir: “Allah'a andolsun ki falan kimse, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel benden akar ve hiç bir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim.
Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer.
Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağmalandığını görüyordum...”
Bu cümleleri diğer hutbelere değinmek için mukaddeme olarak getirdim. Hz Ali’ye (a.s) tabi olduğunu iddia eden ve Hz Ali’nin (a.s) hükümetinin izinden gitmek isteyenler bu hutbeleri okuyup ders almalıdırlar.
Hutbenin bir diğer bölümü şöyle devam ediyor: “Hilafet sahibi, huysuz bir deveye binmişe benzerdi. Öyle bir deve ki yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı, dizginlerini salsa nefsini yokluğa, helake atardı. Allah’ın bekasına (varlığına) andolsun ki insanlar onun zamanında ihtilafa düştü, huysuzlaştı, renkten, renge büründü ve birbirini suçladı.” Hz Ali (a.s) Nehcü’l Belağa’nın farklı yerlerinde yöneticileri, zayıfları iradeleri dışında bir şey yapmaya zorlamamaları ve onlara karşı baskı ve tehdit kullanmamaları konusunda uyarıyor. Hükümdar sadece toplumdaki işlere nezaret etmeli ve denetlemelidir.
Hz Ali (a.s) hükümeti bir gayeye varmak için bir vasıta olarak görür ve o sosyal adaletin gözetilmesine, zalimler servet biriktirirken, mazlumların açlığına kayıtsız kalınmamasından yanadır. Ve adaletli bir yönetim ve yüksek hedefler için hükümet araçları kullanılmalıdır.
Hutbe şöyle devam ediyor: “Evet, tohumu yarana ve insanı yaratana andolsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına (mani olması) hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim. Hilafetin sonunu ilk kâsesiyle suvarırdım (Daha önce peşinde koşmadığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.)
Sizler de biliyorsunuz ki şu dünyanızın değeri bir keçinin aksırığından daha değersizdir bence.”
Bu cümleler hükümetin bir amaca ulaşmak için araç olduğu ve bu amacın mazlumun açlığına, zalimin oburluğu ve doymazlığına kayıtsız kalmadığı anlamına gelir. İmam Ali (a.s.) açıkça “Allah bizden ve alimlerden bu meselelere kayıtsız kalmamak için söz almasaydı, ben halifeliği bırakırdım ve hükümet için hiçbir talebim olmazdı” beyanında bulunuyor.
Nehcü’l belağa’nın üçüncü hutbesinden Meşruiyet teorisi türetilebilir. Bunun iki unsuru vardır: hakkaniyyet ve kabul edilebilirlik. Hz Ali’nin (a.s) hakkı ve dini meşruiyeti vardır, ancak insanlar onun etrafında toplanıp ona biat etmedikçe ve kabul şekli oluşmadıkça meşruiyet unsuru belirlenmeyecektir. Dolayısıyla meşruiyetin iki bileşeni vardır: Hakkaniyet ve (insanlar tarafından) kabul.
3964581